C U M H U R İ Y E T E .... S A H İ P ...... Ç I K A L I M
Mavilimcafe & Osman Karasüleyman

mavilimcafe

İmamı azam

, “Ben Hz. Muhammed’le bilirlikte yaşasaydım, kendisi benim birçok sözümü alır, seçerdi” cümlesini kullanmış. Hatta Ebu Hanife bunu derken, biraz da konuyu açıyor ve şöyle devam ediyor: “Çünkü din iyi fikirlerden oluşan nasihatlerden ibarettir” diyor. Nitekim aynen halife Ömer gibi birçok konuda kendisime Hz. Muhammed şöyle demiş denildiği halde, Ebu Hanife tam tersini yapıyor. Hatta bu konuda Hz. Muhammed”in dört yüz hadisine ters kararlar aldığı, İslami kaynaklarda anlatılmaktadır. Somut birkaç çarpıcı örnek vereyim. Mesela Hz. Muhammed bir savaşa gittiği zaman kur’a çekmek suretiyle bir eşini yanına alır götürürdü; bu meşhur bir olay. Bilindiği gibi bir seferinde de eşlerinden Ayşe’yi götürüyor ve yolda onun başına o meşhur ‘İfk’ olayı geliyor. (242) Ebu Hanife bu yöntemi tasvip etmediği gibi, üstelik bu kuralın kumardan farkı yoktur diyor. Yine hem hadis var, hem de Hz. Muhammed’in uygulaması ki bir savaşta Hz. Muhammed piyade olan askere ganimetlerden tek hisse, atlı olana da iki hisse fazladan pay veriyordu. Yani atın payı daha fazlaydı. Ebu Hanife burada, acaba bir insanın değeri hayvandan daha mı düştüktür diyerek çok sert eleştiride bulunuyor ve Hz. Muhammed’in bu uygulamasını kabul etmiyor. (243) Yine meşhur bir İslami kuraldır ve aynı zamanda mezheplerin de uygulamalarında var ki, alış-verişlerde her şey bitse de, alıcı ile satıcı o mekânı terk etmedikleri sürece pişman olmak isterlerse olabilirler hükmü var. Ebu Hanife bunu da kabul etmiyor: İşlem bitti mi artık her şey biter diyor ve çok da mantıklı açıklamalar yapıyor. Şöyle diyor: Peki diyelim iki kişi uzun süre aynı cezaevindeler veya bir nedenden dolayı uzun süre bir gemide kalırlar; bunların durumu ne olacak! Diyelim bunlar arasında bir satış akdi gerçekleşse, bu durumda demek ki cezaevinde, gemide veya uzun bir yolculukta (Hani eskiden insanlar yaya olarak aylarca hacca, askerliğe giderdi) oldukları sürece istedikleri zaman cayabilirler diyor ve bunu saçma buluyor. İmam-i A’zam buna benzer çok örnekler veriyor. (244) İşte bu tavırlarıyla İslam otoriterleri nezdinde sevilmemiş; hep aleyhinde yazıp çizilmiştir. Bilindiği gibi, İslam’da Kur’an’dan sonra gelen en güçlü kaynak Buhari ve Müslim’dir. Ama her ikisi de İmam A’zam Ebu Hanife’den hiçbir hadis aktarmamışlar. Üstelik İmam Buhari onu şiddetle eleştirmiştir: İmam A’zam dinde tahribat yapmıştır diyor. İmam A’zam aynı eleştiriyi, Malik, İmam Evzai, İmam Süfyan-i Sevri gibi mezhep sahiplerinden de almıştır. Mesela; Malik, İslam’da Ebu Hanife kadar daha zararlı biri yeryüzüne gelmemiştir, onun dine verdiği zarar, şeytanınkinden de fazladır diyor. İmam Evzai’ye Ebu Hanife’nin ölüm haberi verildiği zaman, “Allah’a şükürler olsun ki gitti; yoksa bu dini bitirecekti” diyor. Süryani Sevri (o da hak bir mezhep sahibi, ancak taraftarı kalmamış), “İslam’da Ebu Hanife kadar uğursuz biri ortaya çıkmamıştır” diyor. Malik bin Enes birinden soruyor: Sizin yurdunuzda İmam-i A’zam anılıyor mu, taraftarı var mı? Adam, evet deyince Malik b. Enes, “O zaman bu memlekette durmak haramdır; burayı terk etmek lazım” diyor. (245) Şunu da unutmamak lazım ki, bunlar aynı zamanda onun çok zeki olduğunu da belirtiyorlar. Mesela İmam Şafii’nin Malik b. Enes’ten aldığı şöyle bir yorum var: İmam-i A’zam öyle biriydi ki, eline bir taş, bir tahta parçası alıp altındır deseydi, onu altın olarak dinleyenlerin kafasına sokardı, o kadar zekiydi diyor. (246) Bir gün Kâ’be içinde iken adamın biri ona, ben yeryüzünde bir Kabe’nin var olduğuna inanıyorum; ancak şu an içinde olduğumuz bu mekân mı yoksa dünyanın başka bir yerinde mi emin değilim diyor. İmam A’zam ona, senin bu açıklaman imanına zarar vermiyor diyor. (247) Ve en ilginci, şeytan/iblis ile halife Ebubekir’in imanı aynıdır, hatta Hz. Âdem’le şeytanın imanı aynıdır diyor. (248) En ilginci, fıkıh kaynaklarında helal sular için kulleteyn diye bir ölçü var. Özetle, bir mekânın hacmi şu kadar olsa ve içinde toplanan suyun rengi, kokusu, tadı bozulmuyorsa dinen helaldir hükmü var. Bu meşhur bir kural. Diyelim ilkel koşullarda bir suyun rengi normal, kokusunda da sorun yok ve tadı da normal; ancak içinde öldürücü bir şey var veya bilerek konmuş, bunu ancak ilgili uzmanlar bilir. Peki, az önceki kurallar yeterli mi? Hayır. İşte bunun için Ebu Hanife şöyle karşılık veriyor: O zaman arkadaşlar işesin ve bu hacimde bir idrar biriktirsinler; sonunda da Hz. Muhammed’e gidip, “işte ölçüler tutuyor, peki bu durumda bu sidik de artık kulleteyn sayılır. Dolayısıyla helal mi olacak bu idrar?” diye sorsalar, acaba Hz. Muhammed buna evet helaldir yanıtını mı verecek diyor! (249) Yine İbni Mübarek kendisinden, “Hz. Muhammed namazda rükû ederken (eğilirken) kalktığında iki elini yukarıya doğru kaldırıyordu. Dolayısıyla bir insan namaz kılarken rükûdan kalktığında ellerini kaldırsın mı, ne dersin, diye soruyor? İmam A’zam, “Hayrola! Uçup uzaya mı gideceğiz ki kanatlarımızı açalım!” şeklinde alaylı bir yanıt veriyor. Burada dikkatleri çeken, Ebu Hanife’nin, “Dini bir nevi kanun, güzel fikirler” gibi algılamış olmasıdır. İnsan onun bu düşüncelerini iyi tahlil edince, net anlaşılıyor ki kendisi İslam’ın tanrısal boyutuna inanmamış, tersine o günkü şartlara göre bir nevi beşer kanunu olarak değerlendirmiştir. Halife Ömer hakkında da önemli sözleri var. Bir gün Ömer’in fetvaları İmam A’zam’a anlatılınca kendisi, “Bırakın bu şeytan sözlerini” karşılığını vermiştir. Yine Halife Osman için şu ilginç ifadeyi kullanıyor. Hz. Muhammed iki kızını bir Yahudi’ye verdi diyor. Hani Osman Muhammed’in iki kızıyla evlenmişti, bunu kastediyor. Yine ona atfedilen şöyle bir olay var. Bir adamın iki katırı varmış. Birine Ebubekir, diğerine de Ömer adını vermiş. Yani her iki halifeyi sevmediği için isimlerini katırlarına vermiş. Bir gün başka bir adam gitmiş bu iki katırdan birini öldürmüş. İmam-i A’zam’a da olayı anlatmışlar. O, gidin bakın öldürülen Ömer adındaki katır mı acaba demiş! Gidip Bakmışlar meğerki oymuş. (250) İşte bu aşırı fikirlerinden dolayı, bilindiği gibi hem ağır bedel ödemiştir, hem de hak diye bilinen mezhep liderleri ona şeytan bile demişlerdir. Bir önemli İslam müctehidinden sorarlar, Ebu Hanife o kadar gezmiş, ancak Medine’ye gitmemiş; sen bunu nasıl yorumluyorsun? Adam, Hz. Muhammed demiş ki Deccal Medine’ye giremez. Ebu Hanife de bir çeşit Deccal olduğu için Medine’ye gitme şerefine nail olamamıştır diyor. (251) Yine Hz. Muhammed zina suçundan dolayı birkaç Yahudi’yi recmle/taşlayarak katletmiştir. Bu konuda uzunca bir listeyi başka bir kaynağımda sundum. Ebu Hanife buna da karşı çıkmıştır. Madem dinleri ayrı, o zaman onlarla ne işimiz var ki onları katlediyoruz diyerek böyle bir uygulamaya karşı çıkıyor. (252) Şu bilinen bir gerçek ki, İslam’a az veya çok dokunan, elbette ki tutunamaz; tersine aforoz edilir ve hatta fırsat varsa fiziki olarak ortadan kaldırılır. Nitekim İmam-i A’zam da bir cezaevinde gördüğü işkenceden sonra zehirlenerek hayata veda etmiştir. Şu olay meşhurdur ki, 7-8 kişilik bir grup Medine’ye Hz. Muhammed’in yanına gelir, hastayız bize bir çare, diye yardım isterler. O da, falan yere gidin orada bizim develer var, çobanlar size onların sütünden versinler, bir de o develerin sidiğini için iyileşirsiniz diyor. Bu hadis başta Buhari olmak üzere birçok İslami kaynakta geçiyor ve meşhur bir olay. Hatta güya o insanlar iyileşiyor ve sonunda çobanı öldürüp o develeri çalıyorlar. Muhammed de onları yakalayıp işkenceyle öldürüyor. Hatta Kur’an’da Maide suresinden çok ağır ceza içeren bir ayetin bu olay üzerine indiği de anlatılıyor kaynaklarda. İşte Ebu Hanife bu idrar içme olayında da Muhammed’e ters düşüyor, kabul etmiyor. (253) Burada şunu da belirtmek durumundayım ki, ben Ebu Hanife’nin bu farklı yanlarını anlatırken, onun çok ilerici olduğunu, her şeyiyle beğeni kazandığını vurgulamak istemiyorum. Onun da aklın kabul etmediği fikirleri çoktur. Ancak burada onun durağan olmadığını dikkate almak lazım. Onun kurcalayıcı yanı hoşuma gidiyor. Hak vermek lazım ki, o günkü koşullarda ancak bu kadar çıkış yapılabilirdi; bunu da inkâr etmemek lazım. Yine birçok hadis var ki, insanın bir cariyesi (savaşta ele geçen kadın) şayet zina yaparsa onu kırbaçlayın. Bunu üç sefer tekrarlarsa artık bir ip değerinde de olsa onu satın diyor. Ebu Hanife bu konuda da muhalefet ediyor, bunu benimsemiyor. (254) Ebu Hanife bütün baskı ve zorluklara rağmen çizgisinden vazgeçmeyince, hele siyasilere alet olmak istemeyince, dönemin (Abbasi) halifesi tarafından hapse atılır ve orada işkence edilir, daha sonra da zehirlenerek öldürülür. Hicri 80′de doğmuş, 150′de de öldürülmüştür. İşte en basiti bu insan: Halk arasında bilinen İmam-i A’zam’la bu kısa başlık altında değindiğim İmam-ı A’zam arasında hiçbir benzerlik var mı? Asla… İşte hep söylüyorum: Şu anki İslam, idareciler tarafından 14 asırdır ilave edile edile bu hale gelmiş ve resmi bir İslam tarihi oluşmuştur; bunun gerçeklerle hiç ilgisi yoktur; bu ancak hayali bir İslam tarihi ve hayali bir kadrodur. Nereden biliyoruz? İslami kaynaklardan biliyoruz. Çünkü o zaman belki koşulların da uygun olmamasından kaynaklı, profesyonelce bir sansür uygulanmamıştır. Çok açık bilgiler ve ipuçları kendi kayıtlarına geçmiştir, tabii ki ilim ve mantık da görevini yapar, gerçeği ayıklar. Söz Ömer’in kerametlerinden açılmışken ben biraz İmam-i A’zam’a değindim. Nedeni buydu; yoksa konuları dağıtmak istemem. (255)
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol